4 Haziran 2015 Perşembe

“Spaceliner” ARTER ' üzerine (!/?)


“Spaceliner” ARTER 15/05/-02/08/2015

Haydar AKDAĞ

Geçtiğimiz günlerde ARTER’de izleyicisi ile buluşan “Spaceliner” sergisinin odaklandığı nokta her ne kadar çağdaş desen üretiminde çizginin malzeme deneyimi ile mekansallaşmasına dair yöntem ve yaklaşımları sergiliyor olsa da benim sergiden aldığım fikir bunun biraz daha üstünde.

Sergide yer alan 17 sanatçının çağdaş desende çizgiye sıkıştığını düşünmüyorum. Belki çocukça bir zihinsel yolculukta, ilk okulda öğrendiğimiz şeylerin başında  gelen nokta ve çizgiyi hatırlamak gerek. Her ikisinin tariflerinde sonsuzluklar, ışınlar, paralellik, açılar ve zamanla bilgilerimiz gelişerek noktanın-çizginin evrendeki fiziksel değeri ile fikirsel sınırları üzerine sonsuz bir düşünce içinde bilgimiz, ve zamanla dönüşen biz...

Sergide yer alan eserlerin üretimde çizginin bir yerde organik at kılı kullanarak işlerini üreten Christiane Löhr’den , pleksiglas yüzeyi üzerine keçeli kalemle çizgileri ifadesinde kullanan Pia Linz’e değin izlediğimiz bu güzel serginin ortak ve samimi şekilde izleyiciye geçen bir sanat anlatısı var. Mekan içinde izlenen şeffaflık serginin tümüne hakim. Burada vurgulamak istediğim ve daha ziyadesiyle sergiyi izlerken hissettiğim mekansallaşma çabası içinde çizginin ya da sanatın evrende hiçte işgalci olmadığı, hatta çizgiler arasındaki boşluklarda gördüğümüz mekanın katı beton; yani alçısı çekilmiş pürüzsüz duvarı, tavanı-tabanı hala varlığını sürdürmektedir. Eser kendini gösteriyor, varlığını kanıtlıyor; öte yandan binanın kendine ait fiziksel gerçeği de çırılçıplak yaşamını sürdürüyor.
 

Sanat için alan ihtiyacı hiçte kibirli, büyük yapılar istemediğini gösteriyor. Burada çizginin yanına ilişen ikinci çizginin kendi ekseninde evrende asılı kaldığı, yaşamını sürdürürken işgalci olmadığını, ötede yaşayanın yaşam hakkına engel olmadığını göstermektedir. Çizginin resim, heykel ve mimarlık gibi bütün grafik çözümlemelerde teknik değerinin yanında, sanatın alan ihtiyacını kavramaya çalışmak, bunun içinde çizginin kavramsal olarak üstlendiği net duruşu düşünme ve nefes alma imkânı vermiştir.

Sergide yer alan sanatçılardan Heike Weber’in 2015’te ürettiği “Yankı” çalışmasının siyah zemin üzerinde beyaz, üst üste binen halkaları uzamı sorgularken oluşturduğu rahatsız edici etkinin sadece optik illüzyonlar değil benim için. Mekanın içindeki ana öğeler olan mimarı nişleri dahil ederken müdahalesiz bırakması, düzensizliğin içinde düzenin var olduğunu söylemesi, gözün inkar etmeye neredeyse yaklaştığı mekanı tekrar hatırlatarak gerçekle çarpışmayı sağlıyor. Yankı’yı izlerken etkili illüzyon içinde tekrar aklınızına bir mekanda olduğunuzu hatırlatması, evrende bir yolculuk yaparken dünyanın yörüngesinden-yerçekiminden kurtulamamak gibi geliyor. Bu nedenle sanatçının yaratmak istediği rahatsız edicilik son derece başarılı olmuş, buradaki sancım; bireysel olarak yeteri derece de özgürlük hissetmediğim bir izleme alanı içinde son günlerde ihtiyaç duyduğumuz nefes alma durumunu, soluğumuzu saya saya kendimizi sakinleştirmemizi çağrıştırıyor olduğundandır.

 

Heike Weber’ile sergide aynı katı paylaşan diğer bir sanatçı olan Sandra Boeschenstein’nin “Yeniden Canlandırılmış Zaman Sınırları ve Yeniden Yatırım Yapılmış Yürüyüşler,2015” çalışması, kendisinin de ifade ettiği gibi “Çizgi, düşüncenin izidir” söyleminde izleyiciyi düşünce ile silkeleyen bir etkiye sahip. Kurguları gerçek üstü tanımlamak ilk izlediğinizde söyleyebilirsiniz ancak insanlık tarihinin biriktirdiği “her şeyin” ve bir sanatçının tarih boyunca kullandığı “çizginin” yolculuğu taşıdığınız varsa evrensel bir vicdan, ona sert bir tokat atıyor. Sanatçının yarattığı imgeler ve onun izleyicinin hafızasındaki uzamları her coğrafyada izleyiciyi düşünmeye tetikleyecektir. Anadolu’da bir söz vardır, dertlenen ve halinden memnun olmayan kişi taşıdığı sıkıntıyı küfede yük sayar ve der ki “Sırtımdan gitti”. Asıl söylemek istediği ömürdür. Boeschenstein’in kaleminin dokunduğu şeyler uygarlık tarihine de her hangi bir zamana değil her an’a düşünceli bir işaret veriyor.
 

Serginin içinde yer alan her sanatçıdan elbette bahsetmek büyük keyif olacaktır. Ancak beni ilk izleyişte düşünceye sevk eden durumları ifade etmeye öncelik vermekteyim. Sanatçı Gözde İlkin’nin “Boğaz Turu,2014-2015”  çalışmasının panoramik estetiği, ifadesinde kadınlara özgü el işi tekniklerini çağdaş bir malzeme olarak kullanmasındaki başarı bir yana, asıl vermek istediği toplumsal mekan ve insan ilişkileri üzerine sanatçının düşüncesini ifade ettiği eserinden bir kolajdan tabiri caiz ise cımbızlayarak ayırıp üzerine düşündüğüm bir şeyi paylaşmak istiyorum. Eser detayında Galata Kulesi’nin dibine işeyen iki figür var.  Geçtiğimiz aylarda belediyenin bir kafe işletmesi olan şirketi bu alanda mekanlaşmaya gitmek istedi. Tarihi yerlerin önemi-değeri var mıdır yok mudur tartışması sanıyorum siyah ve beyazın arasındaki farkı tartışmaya benzer. O nedenle “Böyle sanatın içine tükürürüm” diyen yerel yöneticen, tarihsel bir değer dibine konstrüksiyon koyarak tahrip edicilikle bir mekana giden bir başka yerel yönetim anlayışına durulan tavrı bir çizgi olarak ele aldığımızda, bu tavır ve söylem hayatımızda yer almayı denemiştir. Bu kabul edilemez söylemin ürettiği şiddette cabası. Bütün bunların yanında bir çizginin sanatın diliyle kendine yarattığı alanın düşüncedeki yeri, tartışılmaz değeri. Kentin panoraması içinde bu şehirde yaşanılan bütün gerilimlere yapılan göndermenin söylenme ve söylemeden daha çok durumu ortaya koyan, izleyicinin düşünmesini sağlaması “Spaceliner” sergisinin içinde yer alan keyifli işlerden biri olarak aklımda kalıyor.

 Spaceliner, sergisi Barbara Heinrich küratörlüğünde kendini izleten, vaktin nasıl geçtiğini pekte fark etmediğiniz bir yerleştirmedir. Çizginin aldığı rolü bir kere daha düşünürken, her sanatçının dokunuşundaki  yaratıcılık ve düşünce yeni bir nefes aldırmakla kalmıyor; ayrıca çizginin bir  heykel olabileceğini hissettirdiği, sanatçıların üretimindeki tavırla ortaya çıkan şeffaflık, alan içinde üç boyutlu bir histe egemenlik alır ama asla işgalci olamaz. Kaldı ki işgalci olsa ne olur! Sanattan korkan bir dünya mıdır yaşadığımız, yoksa bir coğrafyanın sınırları, bir ülkenin sanata dair sanal çizgileri arasında sert bir gerçeklik midir yaşadığımız(!/?)  28.05.15
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder