Yazının yayımını şimdiye bıraktık.
Mevzu zaman olunca...
H.A
Ali Kazma “zamancı” ARTER
Yaşamı başladı sayarsak, ölçü olarak kullanacağımız
değerlerden biri de hiç kuşkusuz zamandır. Zamanın öğüttüğü yaşam ya da tam
tersi perspektifte hayatımızda dövüne dövüne eskittiğimiz zaman… Usta şair
Nazım Hikmet’in bir şiiri geldi aklıma, paylaşmak isterim;
“Ben
içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ´Lafı bile edilemez, mikroskobik bir zaman...´
Bana sorarsanız: ´On senesi ömrümün...´
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ´Bütün bir hayat...´
Bana sorarsanız: ´Adam sende bir hafta...´”…
Ona sorarsanız: ´Lafı bile edilemez, mikroskobik bir zaman...´
Bana sorarsanız: ´On senesi ömrümün...´
Bir kurşun kalemim vardı, ben içeri düştüğüm sene
Bir haftada yaza yaza tükeniverdi
Ona sorarsanız: ´Bütün bir hayat...´
Bana sorarsanız: ´Adam sende bir hafta...´”…
Sahi (!/?), Zamana nasıl yaklaşmalı; hangi yolla bağlamalıyız
düşüncelerimizi? Duygular gibi tekil/sübjektif değerlendirmeyle mi; yoksa öte
yanda ortak aklın üretimi olan teknik/bilim ile mi? İnsanın kurguladığı
medeniyet, ihtiyaç için üretimden; tüketim için üretime geldiğimiz
sosyo/ekonomik düzen içinde bunca fazla “şey” arasında zaman hala güçlü, inkâr
edilemez.
Sanatçı Ali Kazma’nın ARTER’de “zamancı”, Ali Kazma’nın 2005’ten
bu yana ürettiği işler arasından seçilmiş ve pek çoğu Türkiye’de ilk kez
gösterilecek olan 22 videoyu bir araya getiriyor. Sanatçının işlerine bütünsel bir bakış
niteliği taşıyan serginin
küratörlüğünü,55. Venedik Bienali
Türkiye Pavyonu’ndaki “Rezistans” (2013) adlı projesinin de küratörlüğünü
yapmış olan ARTER Sergiler Direktörü Emre
Baykal üstleniyor.
Düşünen insan her şeyin
farkında olmaya aday(!/?)
Sanatçını “zamancı”
sergisini okumak için elbette kendi zaman yolculuğunu yakından bilmek önemli
olacaktır. Ancak ben bir izleyici olarak perdeye yansıyan görüntünün bütün
yükünü, büyüklüğünü, kayıt altındaki kot işçisini, ütücüyü, bant sisteminde
üretimi, bir saat tamirini, bir uçuş pistinde adrenali, sözleri resmedercesine
yazı yazmayı, fırında pişen camı; ocağın sıcaklığını, teri, nemi ve emeği… Hani
üretiyoruz, rakamlar büyüyor, buluşlar artıyor, nüfusu yedi milyar bir dünya,
vs.vs… Ve araya sıkışmış olan zaman, yirmi dört saate sıkışmış insanı… İnsanı
zamandan, zamanı insandan ayıramadım. Metamorfozu yaşayan; kozadan kelebek olan
yaşamın ritmi kendini fark ediyor mu bilemiyorum, ancak düşünen insan her şeyin
farkında olmaya aday(!/?) Bir eski saat tamiri ve…Bütün üretim çabasının, bu
eskiyi onarmaksa eğer; muhafazakâr bir estetiği canlı tutmak diye bilirim. Ya
da tam tersi son model bir araba için kurulmuş olan bant sisteminden de yeni
formun heyecanı… Üstelik seneye yenisi gelecek… Son sözünü henüz söylememiş,
daha düşünmemiş; yazmayı sürdüren bir yazı sanatçısı… itina ile kusursuz,
standartları; estetik ve ortak aklın sosyo/ekonomik düzenin yasasının
denetiminde var olma çabası. Her meslek, her saha, her mekân, her zaman… Tekrarı olan üretimleri izlerken hissedilen
duygu ile tekrarı mümkün olmayan bir cam işi, veya elin/duygunun/sözün aynı
noktaya gelemeyeceği bir üretim çabası.
“Zamancı” sergisini gezerken kendime ne
yapıyoruz diye sordum. İnsanlık makineleri icat ediyorken kendisi makinanın bir
parçası olmuştu. Kendimize bir uzuv yapmıyoruz, aksine yeni bir beden üstelik
ruhsuz, onun tekelinde ter döküyoruz. Bütün sergiyi gezerken üretim telaşında
olan dünyayı, üretimin gürültüsünü, rüzgârın pervasız yeryüzünü okşamasını
duydum, fakat insanlık konuşmuyordu (!/?) İnsanlar sessiz, makineler konuşuyor;
yeryüzü tıkanmış; insanlık yorgunluktan yutkunamıyor. Bütün gürültü medeniyet
kurgusunda makinelerin… Biz artık yokuz. Yaşamı anlatmak için zorla
susturuluyor, video’ teknolojisinin imkânların da hayatı belgeliyoruz. Belki bu
videolar yeni ansiklopediler olacak. Benim nezdimde duygular belgelenmiş, buz
gibi bir koşulda dondurulmuştur. Çözülme, makineler sustuğunda olacaktır. Yazıya
başlarken şöyle sormuştuk “Zamana nasıl
yaklaşmalı; hangi yolla bağlamalıyız düşüncelerimizi? Duygular gibi
tekil/sübjektif değerlendirmeyle mi; yoksa öte yanda ortak aklın üretimi olan
teknik/bilim ile mi?” . Duygularımızın deneyselliğini, üretim katı gerçekliği
altında nasıl ezildiğini, sustuğumuzu ve ısrarla seçtiğimiz sosyo/ekonomik bu
küresel modeli değiştirmek için düşünmenin tam sırası. Teşekkürler Ali Kazma…
Haydar AKDAĞ 10.04.15
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder